Gülistan Gürbey 49. Sayı / 1:00
Avrupa Birliği’nin bir Kürt politikası var mıdır?

Avrupa Birliği’nin bir Kürt politikası var mıdır?

27üye ülkeden oluşan ve yaklaşık 500 milyon nüfusa sahip Avrupa Birliği (AB) devletlerarası ve çok uluslu bir oluşumdur ve bunun yanı sıra üyeliğe aday birçok ülkelerle müzakereler sürmektedir. Türkiye ile müzakereler ise 2005’ten beri türbülanslı bir şekilde devam etmektedir. Uluslararası ilişkilerde önemli bir ekonomik ve siyasi aktör olmakla birlikte AB, bilhassa demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarının ve azınlık haklarının tesisini ilke edinen bir barış projesi olarak uluslararası sistemde kurumları ve hukuk sistemiyle kendisini norm oluşturucu bir aktör olarak da görür. Ancak AB’nin bu kendine özgü (sui generis) normatif gücünü reel politikada ne ölçüde kullanabildiği ve ne derecede yapıcı bir etki oluşturduğu ise tartışma konusudur. AB, özünde çatışmaların barışçıl, insan ve azınlık haklarını temel alan çözümüne vurgu yaparken çözüm bağlamında ortaya koyduğu performans ise farklı bir tablo sunmaktadır. 

Bunu çeşitli çatışmalar ve sorunlar üzerinden somutlaştırmak mümkün. Örneğin uluslararası bir organizasyon olarak AB, transnasyonel olan Kürt sorunu ile ne derecede ilgilidir, başka bir deyimle bir Kürt politikası var mıdır? Avrupa Birliği’nin kurumsal olarak önemli yönetim organları Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği Konseyi ve Liderler Zirvesi bazında yürüttüğü siyasetine genel olarak baktığımızda, bu soruya yanıt olarak özünde şunlar söylenebilir: 

Birincisi, ilişkilerin derin tarihi bir geçmişi yok; ilişkiler oldukça yeni sayılabilir.1 Daha çok 1980’li yıllardan itibaren AB’nin Kürtlerle ilişkisi başlar. Bölgeyi ve Kürtleri etkileyen gelişmelerle birlikte ve Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) stratejileri paralelinde şekil almaya devam eder. Özellikle Türkiye’deki 1980 askeri darbesiyle sistematikleşen insan hakları ihlalleri ve işkence gibi konular, AB’nin Türkiye ile ilişkilerini etkilerken, dolaylı olarak da AB’yi bu baskılara maruz kalan Kürtlerle ve Kürt sorunu ile tanışmaya teşvik eder. Ardından gelen Irak Kürdistanı’ndaki Saddam rejiminin 1988 Halepçe Katliamı ve 1991’de Saddam’ın bombardımanlarından milyonlarca Kürdün Türkiye ve İran sınırlarına kaçışı dönüm noktaları olarak Kürtleri bu insanlık trajedisi üzerinden tüm dünyaya tanıtırken, AB’yi de Kürt sorununu daha çok insani bir sorun olarak algılamaya yöneltir.
 


Devamı Kürt Tarihi Dergisi'nin 49. Sayısında

  • Bu içeriği paylaşmak ister misiniz?