Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerinde, 19. yüzyılda esas olarak Doğu Avrupa’daki Slav halklarının
çıkarlarına odaklanan Rusya için, Kürt sorunu öncelikli bir mesele değildi. Bununla birlikte, Türkiye ve
İran sınırındaki, Kafkasya’daki Çarlık yönetiminin temsilcileri için Kürt dili, tarihi ve kültürünü
incelemenin önemi ve gerekliliği açıktı. Esas olarak elde edilen bilgilerin bölgesel yönetim sisteminin
pratik ihtiyaçları için kullanılmasına yönelik bir ilgi olduğundan, Rusya’da Kürt çalışmalarının gelişimi de
pratik uygulama çerçevesinde gerçekleşti.
Sovyet Kürdolojisinin dünya devrimine yönelik fikirler ile Sovyet devletinin çıkarları arasındaki çatışma
bağlamında ele alınması, bir yandan bilimsel çalışmanın koşullarını ve çerçevesini, diğer yandan da
bilimin dönemin siyasetiyle bağlantısını ve toplumsal önemini göstermektedir. Dönemin bağlamı, I. Dünya
Savaşı ve bir takım devrimci olayların yanı sıra, Sovyet Rusya hükümetinin Rus İmparatorluğu’nun
mirasından uzaklaşarak Yakındoğu ve Ortadoğu’da tümden yeni bir politika izlemesi, Kürtlere yönelik
yeni bir politika oluşturma arzusu tarafından şekillendirilmiştir.
Ekim Devrimi’nden sonra, Zara Yusupova’nın okuyacağınız makalesinde çalışmaları anlatılan Vladimir
Minorsky gibi birçok önemli uzman ülkeyi terk ettiğinden ya da geri dönmediğinden, bilimsel
çalışmalarını Sovyetler Birliği çatısı altında sürdürmeye hazır kadroların bulunması ve Sovyetler
Birliği’nin ideolojik yönelimine uygun yeni kurumların oluşturulması dönemin acil ihtiyaçları olarak
görülüyordu. Doğu çalışmaları, sadece Moskova ve Leningrad’ın konuyla ilgili geleneksel kurumlarında
değil, aynı zamanda buralarla çok yönlü bir işbirliği bulunan Doğu cumhuriyetlerinde de bir çalışma
konusu haline geldi. İsmet Konak’ın makalesinde çalışmalarına yer verdiği etnograf Grigoriy Çursin
sözünü ettiğimiz acil ihtiyaca cevap veren araştırmacılardan biriydi.
Bolşevikler, ulusal farklılıkları tanıyan ve bu farklılıkların bölgesel ve kurumsal örgütlenmelerde temsil
edileceği bir devlet kurmak için yola çıktılar. Bu görevin yerine getirilmesi, Rus İmparatorluğu’ndan arda
kalan halklarla yeni düzlemde idari ilişkiler kurulmasını, bu halkların devrimci sürece dahil edilmesini ve
“enternasyonal” sosyalist projeye aktif katılımlarının sağlanmasını gerektiriyordu. Rusya
İmparatorluğu’ndaki muazzam kültürel ve sosyal çeşitliliğe rağmen ulusal kimlikler ancak 20. yüzyılın
başlarında ortaya çıkmaya başlamıştı. Sonuç olarak, 1920’lerin başından itibaren bu kimliklerin aceleyle
inşa edilmesi, Sovyet devletindeki belirli etnik grupların statüsünün belirlenmesi ve çeşitli ulusal
toplulukların Sovyet devletinin inşası sürecinde yeni devletin hedeflerine uygun idari birimlere bölünerek
Sovyet sistemine entegre edilmesi gerekmiştir. Bu süreçler Michiel Leezenberg’in “‘Tarih Tarafından
Unutulmuş Bir Halk’: Kürtler Hakkındaki Sovyet Çalışmaları”, Anjelika Pobedonostseva-Kaya’nın “Kültürel
Çalışmalardan Kültürel ve Siyasi İnşaya Sovyet Kürdolojisi” ve Vahap Çoşkun tarafından incelenen
Sosyali̇st Kürtler kitabında da yansımasını bulmaktadır.
“Tek ülkede sosyalizmin inşası” yöneliminin zaferi, 1930’larda hem Kürdologların çalışmalarına hem de
Kürtlerin kendilerine yönelik ilginin büyük oranda azalmasına, hatta yer yer çeşitli baskılara maruz
kalmasına yol açar ve Kürdoloji çalışmalarının gelişimini etkiler. Bu bağlamda en ağır darbeyi alanlar,
Şerafname’nin devlet tarafından yaptırılan Rusça çevirisini hazırlayan Fyodor Rostopçin gibi ‘Doğu’nun
devrimcileştirilmesini’ aktif olarak destekleyen ve Komintern ile çalışan akademisyenlerdi. Rostopçin
1937’de kurşuna dizildi ve Şerefname’nin yarım kalan çevirisi Cabbar Kadir’in kaleminden ayrıntılı bir
biyografisini okuyacağınız, yeni nesil Sovyet Kürdologların temsilcilerinden Yevgeniya Vasilyeva
tarafından tamamlandı. Sözünü ettiğimiz yeni dönemin bir parçası olarak Kürtlerin Orta Asya Sovyet
cumhuriyetlerine zorunlu göçünün sonucunda Kazakistan ve Orta Asya’da Kürdoloji çalışmalarının
gelişmesiyle ilgili süreci Hejarê Şamil’in “Kurdolojî li Qazaxistanê û Asya Navîn” makalesinden
okuyabilirsiniz.
1930’lardaki yeni yönelimden muzdarip olan sadece Kürdologlar değildi: bu dönemde Yakındoğu’daki
neredeyse tüm uygulamalı araştırmalar zarar gördü. Bu gelişimlerin bir sonucu olarak, II. Dünya
Savaşı’nın başlangıcında Kremlin 1940’larda İran’ın Kürt bölgeleri de dahil olmak üzere bir kısmını işgal
ettikten sonra Yakındoğu bölgesiyle yeniden aktif olarak ilgilenmek zorunda kaldığında ciddi bir kalifiye
personel sorunuyla karşı karşıya kaldı.
1950’ler ve 1960’lar Sovyet tarihinde özel bir yere sahiptir. Stalin’in ölümünden sonra gündeme gelen
reformlar hem parti ve devlet içindeki iktidar ilişkilerini hem de bilimsel faaliyetlerin organizasyonunu
etkiledi. Kürtlerin sosyo-ekonomik ve bir ölçüde siyasi tarihi ise, monarşinin devrildiği ve Irak
Cumhuriyeti’nin ilan edildiği 1958 Irak Devrimi’ne kadar etnografik araştırmaların gölgesinde kaldı. Bu
dönemden sonra Kürdoloji çalışmaları yeni bir ivme kazandı. Mariam Gureşidze’nin kaleminden
biyografisini okuyacağınız Albert Menteşaşvili, bu dönemde Irak ve özellikle Güney Kürtleri üzerine
çalışan bir araştırmacı haline geldi.
Keyifli okumalar dileğiyle!