EDİTÖRDEN
Dergimizin yayın periyodunda yaşanan aksaklık nedeniyle, 54 ve 55. sayılarımızı birlikte yayınlıyoruz.
Ortadoğu ve Kürt coğrafyası, bundan tam yüz yıl önce yaşadığına benzer bir alt-üst oluş ve yeniden inşa süreciyle karşı karşıya. Kürtler “kaybedecek bir yüz yılımız daha yok” derken, 1918-1923 yılları arasında yaşananlara ve Kürtlerin tümüyle statüsüz bir topluma dönüşüm sürecine referansta bulunuyorlar. Bugün yaşananları anlamak ve müdahalede bulunmak açısından, 1918- 1923 yılları arasında yaşananlara yeniden bakmak ve değerlendirmek faydalı olacaktır kanısındayız. 54 ve 55. sayılarımızın bu değerlendirmeye küçük de olsa bir katkıda bulunacağını umuyoruz.
İlk yazımızda Murad Celali, Kürtler olmadan Cumhuriyetin tarihi yazılabilir mi sorusundan yola çıkıyor. Celali, Kürtlerin, Cumhuriyet tarihi yazılırken dikkate alınması gereken en önemli faktörlerden biri olduğunu dile getirirken, Celaleddin Vatandaş’ın Cumhuriyetin Tarihi kitabı üzerinden, bu tarihe eleştirel yaklaşım geliştiren kitaplarda dahi Kürtlerin nasıl göz ardı edildiğini ortaya koyuyor.
Bu sayının önemli odaklarından birinin “Koçgiri Hadisesi” olduğu söylenebilir. Konu hakkında yazılmış önemli kaynaklardan biri olan Koçgiri İsyanı kitabıyla ilgili bir tanıtım yazısı yanında, Murat Issı’nın, Koçgiriyle ilgili Yunan arşivlerinde bulduğu belgeler de ilk kez okuyucuyla buluşuyor. Gültekin Uçar ile yazdığımız yazıda ise, 19. yüzyıldan Cumhuriyet’e, devletin, Koçgiri politikası üzerinden, Kürtlere dönük ikna, asimilasyon, nasihat, hile ve katliam setini nasıl kullandığı ele alınıyor.
Bilal Altın, 1918 Mondros Mütarekesi sonucunda, Wilson Prensiplerinden de etkilenerek harekete geçen Kürt aydınlarının ve siyasetçilerinin kurmuş olduğu Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin Şark’ta kurulan şubeleri üzerine önemli bir yazı kaleme aldı. Yazı, Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin faaliyetlerinin sadece İstanbul’la sınırlı kaldığı yolundaki görüşü yeniden düşünmemiz gerektiğini ortaya koyarken, Kürdistan’ın pek çok şehrinde kurulan şubeleri ve bu şubelerin faaliyetlerini ele alıyor.
Bu sayıda Lozan Antlaşması ile ilgili iki yazı bulunuyor. Lozan Antlaşması ile ilgili, yakın zamanlarda Türkçe’de de yayınlanmış bir kitabı bulunan Hans- Lukas Kieser yazısında, bize bir başarı hikayesi olarak anlatılan Lozan’ın aslında, Benito Mussolini’yi bağrına basan, Ankara’da boy veren diktatörlüğü tanıyan, aşırı sağ figürleri kabul edilebilir kılan ve bugünkü kanlı Ortadoğu’yu inşa eden bir antlaşma olduğunu ortaya koyuyor. İkinci yazımız, Kürt tarihçiliğinin en önemli isimlerinden Mehmet Bayrak tarafından kaleme alındı. Bayrak, Lozan Antlaşmasının Kürtler açısından ne anlama geldiğini tartışırken, bu antlaşmayla Kürtlerin hem coğrafi hem de toplumsal olarak parçalandığını ve yüz yıldır bunun sonuçlarını yaşadığını belirtiyor.
Bundan önceki sayılarımızda da Kürt tarihi ile ilgili yayınlanmış önemli çalışmaları değerlendiren Vahap Coşkun, Sinan Hakan tarafından kaleme alınmış Türkiye Kurulurken Kürtler (1916- 1920) kitabıyla ilgili yazısıyla, bir başka önemli çalışmayı dikkatimize sunuyor.
Tahir Baykuşak bu sayıya iki Kürtçe yazıyla katkıda bulundu. Baykuşak ilk yazısında, son dönem Osmanlısında yetişen Kürt aydınlarının prosopografyası üzerine önemli tespitlerde bulunuyor. İkinci yazısında, 20. yüzyılın başında Kürt yayın hayatının gelişimini anlatırken, 1918 yılında İstanbul’da yayınlanan Jîn dergisini, bu dergide yer alan yazıları ve yazarları ele alıyor.
53. sayımızda yayınlanmış “Zazaların Kendilerini Adlandırması” yazısının ikinci bölümü de yine bu sayımızda okunabilir.
Yayın periyodumuzu yakalamak amacıyla 56 ve 57. sayılarımızı da birlikte yayınlayacağız. Yeni sayılarımızda buluşmak üzere…
ALİŞAN AKPINAR