Mesut Yeğen 29. Sayı / 8:00
“Kesişen Tarihler”

“Kesişen Tarihler”

Bugünden geriye baktığımızda tarih yazıcılığımız hangi büyük evrelerden geçti, Osmanlı-Türkiye tarihi hangi paradigmalar içinde çalışıldı?

Biz nasıl bir paradigma içerisinde tarih yapmaya başladık ve çoğunlukla neden aynı paradigma içerisinde tarih yapmaya devam ediyoruz? Bu, bence her ulus-devletin kurulurken neleri tehdit olarak gördüğüyle ilgili. Profesyonel akademik tarihçilik, milliyetçiliğin kucağında başlamış bir disiplindir. 19. yüzyılın başlarından itibaren Aydınlanma ve Fransız devrimi sonrasında, Prusya reformasyonu sırasında devlet eliyle üniversitelerde başlayan bir kurumdur tarihçilik. O zamandan beri de hep böyle ulus-devletlerin meşruiyet işini gören, şekil vermeye çalıştığı ulusun geçmişini kurmaya ve adeta yaratmaya çalışan bir disiplin.

Akademyada modern anlamda tarihçiliğin Türkiye’de başlaması için bu yüzden ulus-devletin kurulmasını beklemek gerekecektir. Bu ideoloji olmadan tarihin bir disiplin olarak serpilip gelişmesinin imkanı yoktur. Ulusu analiz birimi olarak merkeze alan siyasal ve diplomatik anlatılarla hikayemizin tahkim edilmesi gerekiyordu. Tabii olağan bir şey değil: çok dinli ve etnili bir imparatorluktan homojen olması istenen bir ulus devlete dönüşüyorsunuz; devleti kurarken ulusu da inşa etmek ve ona bir tarih bulmak zorundasınız. İşte Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi vs. bütün bunlar içerde bir homojenliği ve herkesin aynı şeye sadakatle inanmasını sağlamak amacıyla üretildi.

E tabi bu kuruluş evresindeki tehdit algıları diğer politikaları olduğu gibi tarih politikasını da etkiledi. Başlıca iki büyük tehdit vardı: İrtica ve Kürtçülük (ve tabi bazen ikisinin karışımı versiyonlar). Bunları modern, ilerleyen, medenileşen bir devlet hikayesine katma veya gerektiğinde ötekileştirme çalışması... Alttan alta, tabi ki, mürteci olarak yaftalanan dindar Müslümanlar kendi tarihleri hakkında aşağılarda kısık sesle farklı şeyler söylemeye devam ediyordu. Akademisyen tarihçi yoktur aralarında. Necip Fazıl şairdir, ama çıkar II. Abdülhamit ile ilgili söylemi tersyüz etmeye çalışır, mesela. Alttan alta yürüyen farklı söylemler var yani; ama bunlarda akademik anlamda tarihçilik yoktur. Çünkü akademi sonuçta devletin elindeydi ve oraya kendi istediği adamları yerleştiriyordu.

Ömer Lütfi Barkan’ı, Fuat Köprülü’yü, Halil İnalcık’ı, bu çerçevede değerlendirmek daha zor olsa gerek, değil mi? Bunlar özellikle Fransız Annales ekolünün etkisiyle ciddi tarihçilik yapmaya başlamışlardı. Fakat başlangıçta akademya onları ciddiye almıyor. Belki bu tarz bir tarihçiliğin farklı noktalara götürebileceğinden korkuluyordu; yani tarihçilik yüce amaçlarından sapabilirdi! Daha sonra bunlar büyük tarihçiler olarak kabul görmeye başladı. Bunların yaptığıyla işte o ulusa masa başında hikaye yazmaya çalışan tarihçilerin yaptığı bambaşkaydı. Tabii Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil gibi ideolojik kurgular sorgulanmaya başladıktan sonra (ki aslında bunlar çok erken bir zamanda yapıbozumuna uğrayan hikayelerdir), büyük tarihçi olarak bunlar resme girmeye başlıyor.

Peki Barkan, Köprülü ve İnalcık, bir açıdan standart Kemalist anlatının dışında figürler. Ama bir yandan da sosyal tarih anlayışının da tipik temsilcileri değil herhalde. Halil İnalcık müstesna ama Barkan daha devlet ve hukuk merkezli bir tarih anlayışının temsilcisi diyebiliriz herhalde.

Bir açıdan hem İnalcık müstesna değil, hem Barkan yaptığı çalışmalarla tipik bir Annales ekolü takipçisi. Burada asıl sorun onların tarihçiliği özel hayatlarından ayrı tutan bir şey olarak yapmaları galiba. Gerçekten ciddi tarihçilik yapıyorlardı. Ama sonuçta üniversiteler sadece devletin elinde ve orada istihdam ediliyorsunuz; çalışmaya devam etmek zorundasınız (Bugün de belli anlatıların dışına çıktığınızda, kırmızı çizgileri geçmeye başladığınızda tard edilirsiniz. Üniversitelerimizdeki “temizlikler”in tarihi yazılmadı). Bu insanlar hem ciddi anlamda tarihçilik yapıp hem kimsenin kuyruğuna basmadan var olmaya devam edebilen tarihçiler.


Devamı Kürt Tarihi Dergisi'nin 29. Sayısında

  • Bu içeriği paylaşmak ister misiniz?